Türkiye’de sanat terapisi alanına yönelen Şeyda Turgut Çuhadaroğlu, sanatın yaşamımıza dokunan yanlarını anlattı. Hayatı boyunca hep duygusal olarak zorluklar yaşayan ve hep bunların üstesinden gelmek için çabaladı. Sanat terapisinin  en iyi gelecek yol olduğunu hissedince de, bu nedenle yüksek lisansını psikoloji alanında yaptı. Sanatın iyileştirici gücünün, her ne kadar ülkemizde çok bilinmese de, dünyanın bir çok ülkesinde çok fazla alanda kullanılmakta olduğunu dile getiren Şeyda Turgut Çuhadaroğlu, sanat terapisinin bilinmeyenlerini anlattı.

Ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?

Çocukluğumdan beri kendi kendime çizerdim fakat bazı imkansızlıklardan ötürü eğitim alma fikri çok sonra gelişti. Üniversitede farklı bir bölüm okurken yarıda bırakıp resim öğretmenliği okumaya karar verdim. Evde olduğum zamanlarda her türlü farklı tekniği ve malzemeyi denemekle beraber, daha çok suluboya çalışmalara ağırlık veriyorum. Ama bir de dışarısı var… Doğada olduğumda kendimi kaybediyorum ve yaratıcılığımın, enerjimin, üretkenliğimin arttığını hissediyorum. Özellikle doğada, doğal malzemelerle, dışavurumcu çalışmalar yapmaktan çok zevk alıyorum. Kimi zaman toprağa şekil veriyorum, kimi zaman gözüme hoş gelen yerleri boyuyorum. Etrafa baktığımda resim yapılabilecek koca bir tuval görüyorum. Baktığım her şey yeniden renkleniyor, şekilleniyor, benden bir parça oluyor ve ben sanki doğaya karışıyorum… Bazen kendi bilinçdışı süreçlerimi yansıtıyorum yaptıklarıma, bazen içsel bir sancı akıp gidiyor parmaklarımdan… Yangından sonra Ege’de yaptığım çalışmalar mesela… Doğanın, insanların, herkesin çığlıklarıydı oraya yansıyanlar; sadece bana ait değildi oradaki duygular… Etrafıma baktım, oradaki acıyı hissettim ve sadece dönüp boyamaya başladım… Bana göre onlar zaten oradaydılar, ben sadece üzerinden geçtim… İşte sanatı bir dil ve sağaltım aracı olarak kullanmayı en basit haliyle böyle örneklendirebilirim. Ne diyordu Frida Kahlo; “İfade etmek kurtulmanın başlangıcıdır.”

 

ELİNİZ KALEM TUTABİLİYORSA, SANAT TERAPİSİ İÇİN UYGUNSUNUZ!

 

Sanat terapisi nedir?

 

Sanat terapisi içinde bir çok kavram barındırmakla beraber, en basit tanımıyla, duygusal ve düşünsel süreçlerimizi sanat yoluyla ifade ettiğimiz ve ifade ettikçe rahatlamayı, kabulü, farkındalığı deneyimleyebileceğimiz çalışmalar. İşin teorik kısmından ziyade uygulama kısmı çok daha güçlü. Ancak deneyimlenerek tam olarak anlaşılacak bir yöntem. Bu nedenle de eğitimler de hep uygulama ağırlıklı. Bu konuda uzman kişilerin liderliğinde gerçekleşen, çerçevelendirilmiş uygulamalardan bahsediyorum. Yani her önüne gelenin bilinçsizce uygulayacağı bir yöntem değil. Sanat yapmanın ötesinde olan, ciddi bir eğitim süreci gerektiren terapötik uygulamalar yapılıyor.

 

Nasıl uygulanır?

 

Birçok insan sanat terapisi dediğimizde bir adım geri çekiliyor ve söyledikleri ilk şey genelde “ben çöp adam bile çizemem ki!”gibi şeyler oluyor. Panik yok! Çünkü asla “iyi yapmak, güzel yapmak, doğru yapmak” gibi bir amaç yok. Eliniz kalem tutabiliyorsa, sanat terapisi için uygunsunuz.  Yaşınız 5 de olabilir, 85 de, hiç farketmiyor… Amaç, sadece ifade etmek olduğu için güvenli bir alanda, yorumlamadan, yargılamadan ve eleştirmeden yürütmek. Sanatın bir çok formunu kullanabiliyor. Programın gidişatı biraz katılımcılara göre şekilleniyor.

 

Bazen çok kaygılı kişiler, hiçbir şey yapmak istemiyor, her şeyden kaçıyor. Oysa ki eğitim sırasında ortaya çıkan olağanüstü bir durum olabiliyor. Her koşulda duruma göre şekil alabilmeyi öğrenmek gerekiyor önce.

 

 

 

Sanatın insan yaşamına olumlu katkıları nelerdir?

Sanatın ilk çağlardan beri bu denli canlı kalabilmesinin bence en önemli nedenlerinden biri, bir ifade aracı olması diyebilirim. Sözcükler, mimikler, sesimiz bizim için nasılsa, sanat da aynı işlevi görüyor. Bunu her sanat dalı için söyleyebiliriz. Sanat yapıtı cevaptan daha çok sorudur aslında… “Ben kimim?” der, “Ne istiyorum? Ne hissediyorum?” der… Çoğu zaman esere bakıp yanıtlar ararız kendimizce. Çünkü çoğu zaman bir soruyla karşı karşıya kalırız aslında. Cevabı içinde gizli bir soru…  Resim aslında dil öncesi döneme dayanır. İnsanlık henüz sözel iletişim kuramıyorken bile çizmeyi biliyordu. Bunu mağara resimlerinden görebiliyoruz. Bunun nedeni ise ifade etme arzusunu ortaya koymak. Bu da bize içsel bir rahatlamayı sağlıyor. Bugün bunu konuşarak yapabiliyoruz. Ama ifade edecek kelimeleri bulamadığımızda yine kendimizi üretirken bulmamız çok olası… Ayrıca sanat terapisinin sözel ifade konusunda zorluk yaşayan, kelime haznesi henüz yeterince gelişkin olmayan çocuklarda, dezavantajlı gruplarda, kendini ifade etmekte zorlanan psikotik hastalarda, travma yaşamış ve engelli bireylerde yaygın kullanılmasının bir nedeni de budur.

 

Duygusal olarak kişiyi zorlayan duygu ve düşünceleri güvenli bir alanda, zorlanmadan, sözcüklere ihtiyaç olmadan ortaya koyma ile bunu bir lider eşliğinde yaparak, gerekli müdahalelerle kişiyi rahatsız eden duyguların katarsisine olanak tanır bu yöntem. Ayrıca sanatın diğer katkılarına da değinecek olursak, insanın varoluşunu ortaya koymasına, üreterek haz duymasına, onay ve beğeni ihtiyacının karşılanmasına, stresi azaltmasına ve zihnini sakinleştirmesine, benlik saygısını yükseltmesine, motivasyon sağlamasına, bazen sosyalleşmesine, bazen ise yalnız kalabilme kapasitesini arttırmaya katkı sağlamasına, kendini tanımasına ve keşfetmesine, ortaya çıkarılan ürünleri satabildiğinde de maddi gelir sağlamasına olanak tanır.

 

Sanatın insan yaşamında sürdürülebilir olması için ne tavsiye edersiniz?

 

Sanatı yapmak için bence önce yapmaya ihtiyaç duymak gerekiyor. Bahsettiğim şey dışsal bir nedenden ötürü değil, içsel olarak bunu hissetmek. Öyle olunca zaten bir şekilde sürekliliği sağlanıyor. Bu süreçte de yenilikler katmak bizi her açıdan ileriye taşıyan bir etki oluyor. Çünkü kendi yaratım sürecinize her yeni dokunuş, yeni bir ülkeye taşınmak, yeni bir dil öğrenmek ve yeni bir şehri keşfetmek gibi; hem heyecan dolu, hem haz veren, hem öğretici, hem farklı bir ifade biçimi ve yeni keşiflere olanak sağlayan yollar olarak nitelendirilebilir. Her deneyiminizin öncekilerden farklı olmasına özen göstermek sanatın sürdürülebilirliğine olanak sağlayacak; yeni sorular sormayı, yeni cevaplar almayı, yeni yöntemler keşfetmeyi ve sonunda kendi üslubunuzu oluşturabilmeyi sağlayacaktır. Bu arada tabi ki kullanılan malzemelere de değinmek gerekiyor. Ülkemizde bu kriz ortamında insanlar yeterince maddi karşılık bulamadığı bir şeyleri üretmek ve buna yatırım yapmak konusunda zorluk yaşıyor olabilirler. Çok pahalı malzemeler tercih edenler de var, eline ne geçerse ondan bir şeyler yaratanlar da… Arada mutlaka fark oluyor ancak bu demek değil ki ucuz malzemeyle ya da herhangi bir şeyle yaptığınız çalışmalar kötü olur… Asla… Atık malzemelerle bile bir şeyler ortaya koyabilir, boyanız bittiğinde alternatifler üretebilirsiniz. Ben doğada olan her şeyi değerlendirmeye çalışıyorum ve çoğunlukla yanmış odunları, gıda boyalarını, bazı bitkileri ve taşları kullanıyorum. Mesela bazı taşları boyarken, açık renk olacak yerleri taşı taşa sürterek elde ediyorum. Asla bitmeyecek kadar açık renk boyam var demek oluyor bu yani doğa size istediğiniz birçok malzemeyi zaten sunuyor. Bakmayı, görmeyi ve zihnimizi çözüm için kullanmayı öğrenmemiz gerekiyor sadece… Doğaya hiçbir zaman zarar vermedim ama yine de bu konuda yanlış anlaşıldığım ve çok tepki gördüğüm zamanlar oldu. Bu nedenle de bir süredir kök boya yapımı konusunda araştırmalar yapıyorum ve sanıyorum ilerleyen günlerde bununla ilgili çalışmalar deneyimleyip, akademik olarak da işbirlikleri yapacağız gibi görünüyor.

 

Sanat terapisi neler vaat ediyor?

 

Sanatın iyileştirici gücünün, her ne kadar ülkemizde çok bilinmese de, dünyanın bir çok ülkesinde çok fazla alanda kullanılmakta olduğunu görebiliyoruz. 1940’lı yıllarda İngiltere ve Amerika’da eş zamanlı ortaya çıkmış, yıllarca üzerinde çalışılmış, geliştirilmiş, bilimsel olarak kanıta dayalı uygulamalara yer verilmiş ve bu süre içinde etkinliği ortaya konulmuştur. Bu da yaygın kullanım alanları olmasına olanak vermiş, özellikle klinik uygulamalarda iyileşmeye katkı sağladığı gözlemlenmiştir. İyileşme denildiğinde akla direkt olarak hastalık geliyor elbette. Evet, fiziksel hastalıkların kökenindeki ruhsal sıkışmaları göz önünde bulundurursak bir çok fiziksel hastada uygulandığı gibi, kanserli bireylerin tedavi süreçlerinde, özel gereksinimli çocuklarda, afet bölgelerinde, travma yaşayan bireylerde, bir çok psikolojik rahatsızlığa sahip kişilerde, rehabilitasyon merkezlerinde, huzurevlerinde ve çocuk esirgeme kurumlarında, hapishanelerde, okullarda ve de bazı iş yerlerinde sanat terapisi çalışmaları yapılmakta, bunun sonucunda da daha iyi hissetmeye katkı sağlaması gibi olumlu geribildirimler alıyor. Sanat terapisini aynı zamanda gerçek kendiliğinizi tanıma ve keşfetme, farkındalığı arttırma, sosyalleşme, stresi azaltma ve ruhsal sağlığınızı koruma nedeniyle de tercih edebilirsiniz. Ruhsal sağlığımızı destekleyici bu yöntemlerin gün geçtikçe ülkemizde de yaygınlaşmasını ve gereken desteğin sağlanmasını umuyor.

 

2009 yılında Adrasan’a gittiğim dönemden beri tanıdığım gazeteci Burhan Özbilici’nin kahramanlık hikayesini, 2016 yılında gazetelerden okudum. Bu tatilimde Burhan Özbilici’nin kahramanlık hikayesini kendinden dinleme fırsatı buldum.

TEDX gibi konferanslara konu olacak hikayesi, fotoğraf çekmeyi seven iletişim öğrencilerine ders niteliği taşıyor. Boynunda her daim taşımayı eksik etmeyen Leica’si, adeta bir uzvu olan fotoğraf makinesinin perde arkasıymış ‘Cesaret’.

Associated Press haber ajansının Türkiye operasyonunun bürosu’nda kıdemli foto muhabiri Burhan Özbilici’nin hikayesi hep dış basına konu oldu; World Press 2017 ve o yılın dünyadaki önemli bazı ödüller, WPP sergilerinin açılışlarında,  üniversiteler ile İtalya’da iki edebiyat festivalinde konuşmaları da bunlardan bazıları… Hikayesini dinlerken, Avrupa’da pekcok ve ABD’de Princeton University’de dinleyenlerin ayakta alkışladığı bu hikayenin kıymetini Türkiye’deki basın ve universiteler neden bilmedi, görmedi? diye bir kez daha düşündüm.

Bir çok ödülün sahibi olan Burhan Özbilici Avusturya başbakanı, Hollanda Prensi’nin de konuğu olarak uluslararası toplantılarda ve Kanada, İtalya ve Fransa gibi ülkelerde gazete, televizyon kanalllari, dergiler ve radyolarda bu hikayesini anlatmış. Bayeux’de – Fransa’da, bu hikayeyi en çok gençler, ilkokul ve lise öğrencileri çok sevmiş,  hayali de tüm gençlere bu hikayeyi anlatmak.

Ödüllü Fotografçı Burhan Özbilici ve Hikayesi!

Uzun zamandır görüşmediği arkadaşıyla buluşmak üzere, Çankaya Belediyesi Kültür Merkezindeki sergiye cantasında hep taşıdığı fotoğraf makinesiyle gitmiş. Rusya’da günlük hayat üzerine bir fotoğraf sergisi.. Çankaya Belediyesi Çagdaş Sanatlar Merkezi’ndeki sergide Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov, konuşurken arkasında duran siyah takım elbiseli genç adamı herkes koruması sansa da ansızın silahını çekmiş ve adamı vurmuş! Arapça sloganlar atarak Büyükelçiyi vurup, öldürmüş.

Büyükelçi Karlov’un cansız bedeni sırt üstü yatıyor, katil elinde silah etrafı terörize etmeyi sürdürüyor. Davetliler kendilerini yere atıp duvar diplerine kaçışırken Burhan Özbilici, kaçmak yerine olduğu yerde durdu. Fotoğraf makinesinin deklanşör düğmesine basmaya devam etti. Ve sonuna kadar oradan ayrılmadı. Tehlikenin tabii ki farkında olduğunu ancak o anda, “İstiklal Savaşı” kahramanı bir babanın oğlu olarak bütün sermayem vatan sevgisi ve Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek alan birisiyim, onun gücünü yanımda hissettim dedi ve ondan aldığım cesaretle işimi yapmaya devam ettim. Ertesi gün dünyayı sarsan, yüzlerce gazetede manşet olan ve sadece Facebook’ta 18 milyon defa bakılan ve bir çok ödül getiren o fotograf ortaya çıktı. Dışarıda büyük bir cesaret işi olarak yorumlanan bu hikayesini, dinleyen herkes ayakta alkışlıyor.

Geçtiğimiz günlerde Suadiye’de Remzi Kitapevi’nde EMRE KONGAR’ın imza gününe gittim. Pandemi nedeniyle iki yıl ara verdiğim en kalabalık etkinliklerden ilki. Yıllar sonra kendisiyle tanışma fırsatı bulacaktım. 30’uncu baskısından her pazar annemin sesli şekilde bize okudugu ‘Kızlarıma Mektuplar’dan sonra.

Ne zaman tarihi bir kitap okusam sıkılırdım. Bu kitap yargılamadan, olaylara kişileri yönlendirecek yorum yapmıyor, geniş bir açı ile bakılarak hazırlanmış tematik şekilde bir kitap 1919 -1971 tarihini gözler önüne Zülâl Kalkandelen ile sermiş. Sayfa tasarımı dahi kronolojik.

Çoğunlukla kendi ülkemiz olmakla birlikte dünyada meydana gelen önemli olaylara yer veriliyor.

Kısa net yazılmış ve sadece olanlar anlatılmış.

Kitabı okurken Atatürk döneminde ve 1960’lı yıllarda kadına değer verildiğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Toplumda her alanda yer alabildiğini net bir şekilde gördüm.

Ama asıl acı yanı hangi dönem olursa olsun, fikir ve düşünce özgürlüğünün olmaması, gazetecilerin ve sanatçıların tutuklanmaları, gazetelerin ve dergilerin kapatılmaları vs gibi olayların hep yaşanması…

Bu kitabın ardından ikinci kitap hazırlıgına başladıgını sosyal medyada geçtigimiz günlerde duyurdu. Ön yargılarınızı kırın. Geçmişi bilmeyen geleceğini bilemiyor.

 

Salgının başladığı dönemde her akşam Sağlık Bakanlığı’nın açıklamasına kilitlenirken günlük istatistiklere hava raporu gibi bakar hale geldiğimizi geçen köşe yazısında Kanat ATKAYA dile getirmişti.

Dün Galatasaray’ın Marsilya maçında tur biletini garantilediği maçına gittim… herkesin aklında aynı soru vardı… Bu kadar hassas davranıyorsam, ben o maça nasıl gittim diye. 2 sene boyunca vebali olur diye kimseyle görüşmedigim kalabalık ortama girmedigim süreç, baktım ruh saglıgımı bozluyor bide boyle yaşamayı deneyim dedim. Stresi zaten yetti.

Ya Tedbir Ya Karantina

Toplu taşıma kullanmadım, maça erken gidip maçtaki kalabıga karışmayım diye uzatmaların süresi belli olunca çıktım. 2 maske taktım. Maç boyunca tezaruhatlarda maskemi çıkarmadım. Korur muydu bilmem ama maç sonrasında fıs fıs kolanya sıkarak eve gelip ailemle temas kurmamak aldıgım en büyük tedbirdi.

Yani ne olacağı belli… Bundan sonra ne yapacağım ona bakalım; ya tedbir alarak kısıtlamalı şekilde sosyal olacağım ya da karantina…

Güzel kokusu ve çok sayıdaki faydasıyla kozmetik sektörününbaş tacı olan gül suyunu tarihte ilk İranlılar’ın damıtarak kullanıldığı biliniyor. Geçmişten günümüze pek çok kültürdefarklı amaçlar için kullanılan, Hinduizm ve İslamiyet’te de önemli bir yere sahip olan gül suyu, insan vücudu için mucizevietkiler sunuyor. Günümüzde pandemide etkisinden dolayı artanhijyen vekişisel bakım ihtiyaçları sonucundaşifası ve gücüyle gül suyu en çok tercih edilen ürünlerin başında geliyor .

Başta cilt bakımı ve temizliğindeki hızlı etkisiyle hemen hemenher evde yerini alan gül suyu; cilt kuruluklarını gidererek pH dengesini düzenleme, cildi sakinleştirme, yara ve kesikleri hızlıiyileştirme, erken yaşlanmanın önüne geçme gibi cilt sağlığınıkorumada kalkan görevi üstleniyor. Sivilce oluşumunun önünegeçmesiyle özellikle ergenlik dönemindeki gençlerin çözümortağı olan gül suyu, egzama riskini düşürdüğünden alerjik cilttipine sahip olanların da kurtarıcısı oluyor. Ciltte oluşaniltihaplara bile kısa sürede müdahale edebilme özelliğine sahip olan bu mucizevi su, her cilt tipi için uygun olma özelliğitaşırken, kimyasal madde içermeyip tamamen doğal olaraküretildiğinden hiç bir yan etkisi de bulunmuyor. Kaşıntı problemi yaşayanların derdine son veren gül suyu, yağdengesini korumaya katkı sağlarken cilde parlaklık da kazandırıyor. Özellikle duştan sonra tüm vücuda masajlauygulanması tavsiye edilen bu şifalı ürün, vücudun herbölgesinde güvenle kullanılabiliyor.

ANNELER GÜNÜ’NÜ ROSEBELLA GÜL SUYUYLA TAÇLANDIRIN!

Faydaları saymakla bitmeyen Rosebella gül suyu , Isparta’nın en kaliteli damascena güllerinden distilasyon yöntemiyle üretilen cilt temizliğinde ve bakımında etkili ürün kullanmak isteyenler için harika ürün. Çünkü hem cildinizi ferahlatmak içinde kullanabileceğiniz bu ürün kusursuz makyaj temizliği de sunuyor. Ayrıca kullanımı da çok basit.Başka hiçbir ürüne ihtiyaç duymadan dermatolojik olarak test edilen Roseballe gülsuyunu göz, dudak ve ten makyajının tümünü silmek için gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz. Ayrıca helal sertifikası ve alkol içermeyen, esans içermez sertifikası da var.Anneler Günü için en kıymetli hediye alternatiflerinin de başında geliyor. Çok sayıdakifaydası ve fresh kokusuyla anneleri mest edecek bu doğalseçeneğe, pandemi dönemi hediye seçimlerini zorlaştırsa da ulaşmak da çok kolay. Tüm Carrefour marketlerde satılan %100 saf Rosebella gül suyu ile hem annesinin hayatına katkı sağlamak hemde annesini mutlu etmek isteyenleri bekliyor.

Yapı Kredi, Orhan Pamuk’a salgın ve karantina konulu bir kitap yazması için sipariş mi vermiş sorusunu soruyor yazarlar bilemiyorum. Atatürk’le dalga mı geçiyor? tartışmalarına katılmayan Gazete Pencere’nin köşeyazarı Boray ACAR da kitap hakkındaki düşüncelerine  yer vermişti.

OdaTV’de benimde ismini daha önce duymadığım, öykü yazarı olduğunu öğrendiğim Sevda Kaynar, Orhan Pamuk’u son romanı üstünden hedef alan bir yazı yazmış.

Muhtemelen Sevda Kaynar’ın kitabın tamamını okumadığını düşünenler olucaktır çünkü yazısında ‘Roman 345 sayfa. Son sayfayı bitirdiğinizde büyük romanların sonunda beliren saygı, beğeni dorukları hatta tutku belirmiyor asla.” gibi bir cümle kurma gereği duymuş. Atatürk ile dalga geçiliyor diyor. Kitabı okuyanlar ve yayınevi ise böyle bir iddianın asılsız oldugu üzerine açıklama yapmışlardı.

Kitap düzeltmek isterim ki; kitap tam olarak beş yüz otuz yedi sayfa!

Ayrıca Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan, bu kitap hakkında düşüncelerini yazmış ilk önce Orhan Pamuk’un amacı ne olabilir diyerek ATATURK’le dalga geçtiğini düşünerek, neredeyse bir sayfa boyunca hesap sormuş ve hedef göstermişti. Sosyal medyada kitap toplatılsın  diye yayılmaya itirazlar başlayınca da, Orhan Pamuk ve yayınevi açıklama yaparak, bir hanımefendinin kişisel paranoyasının mahsulü olan ve verili koşullarda kitleselleşen iddialarını reddetmek zorunda kalmışlardı.

 

Koronavirüs herkesi olduğu kadar astrologları da yakından ilgilendiriyor. Pandemi sürecini yıldızlara göre yorumlayan Okült Astrolog Nazan Gönültaş, Çin’de ilk vakanın çıktığı tarihte yıldızların bunu insanoğluna söylediğini ancak bu durumun algılanamadığını ifade ettive ekledi: “Mart 2023’e kadar koronavirüsün tam bir bitişinden bahsetmek zor. Virüsün gündemimizden yavaş yavaş kalkmasının ardından ise yepyeni gündemlerimiz olacak.”

Mart 2023’e kadar koronavirüsün tam bir bitişinden bahsetmek zor

Okült Astrolog Nazan Gönültaş sözlerini şöyle tamamladı: “Koronavirüsün bitişine dair net olarak bir şey söylemeyi doğru bulmasam da Satürn’ün Balık burcuna geçmesi gelişmeler adına oldukça önemli. Bu geçiş öncesinde virüsün bitişine (insan vücudunda bir grip gibi kabul görmesine) dair birçok şey duyabiliriz. Özellikle 7 Mart 2023 ve dahi tüm Mart ayı boyunca bu geçiş önemli gelişmelere gebe olacak. Fakat bu geçiş dünya liderlerinin, otoritelerin çok daha baskın, savaşmaya, savaşı büyütmeye yatkın olacağı anlamına da gelir. Yani 2023 Mart’a kadar tam bir bitişten bahsetmek pek de mümkün değil. Virüsün gündemimizden yavaş yavaş kalkmasının sonrasında ise yepyeni gündemlerimiz olacak. Çünkü Satürn’ün bulunduğu burç ve açığa çıkarttığı durumlar Balık burcuyla beraber hiç bilmediğimiz sulara dalabileceğimiz anlamına geliyor. Yani aslında Satürn, Balık geçişinden sonrası da sisli ve belirsiz olabilir.”

Avustralya’daki New South Wales Üniversitesi’nden kimya profesörü Pall Thordarson’ın, pandeminin ilk aylarında ve hala sabunun mikroplara karşı en güçlü silah olduğunu yazdığı makalede açıkladı. 

Dünya genelinde 2 milyondan fazla kişinin hayatına mal olan koronavirüs salgınının önüne geçmenin başında maske, temizlik ve sosyal mesafe geliyor. Kişisel hijyenin sağlanmasındaki en büyük yardımcılarda şüphesi ki sabunlar.El yıkamanın çok önemli olduğu şu günlerde cilde zarar vermeyen ürünleri kullanmak da bir hayli önemli. Pandeminin ilk aylarında Avustralya’daki New South Wales Üniversitesi’nden, kimya profesörü Pall Thordarson’ın sabunun mikropları yok etmekte neden bu kadar etkili olduğuna dair makale yayınlamıştı. The Guardian gazetesinde yayınlanan Thordarson’un, yazısında virüsü bir arada tutan bağın yağlardan oluştuğunu ve sabunun da yağ zarlarını çözerek virüsün iskambil kağıtlarından yapılmış evler gibi dağıldığını anlattı. Tüm dünya sabunlar ile dezenfektanlara yönünü çevirerek sıklıkla kullanmaya başladı. Ayrıca yapılan araştırmalar sonucunda Kuzey Ege’nin zeytinlerinden elde edilen zeytinyağı ile üretilen sabunların Covid-19 virüsüne karşı etkili sonuçlar verdiği ortaya çıktı. Bu dönemde The Soap Factory’nin çörekotu, çay ağacı, bıttım, zeytinyağı sabunları kullanınca vazgeçemeyeceğiniz sabunlar arasında yerini alabilir.

%100 DOĞAL ÜRÜNLER

Üretim aşamasının her bir basamağı, içeriklerdeki doğallığı korumak adına özelleştirilmiş. Doğanın mucizevi iksiri olan doğal gliserinle bütünleştirilir. Hiçbir şekilde kimyasal katkı maddesi ihtiva etmiyor.

BİNLERCE YILIN YEREL DENEYİMLERİ GLOBALE TAŞINIYOR

The Soap Factory’nin çörekotu, çay ağacı, bıttım, zeytinyağı gibi, yöresel bölgelerde etkisi kanıtlanmış etkili bileşenlerle oluşturduğu özel sabunları global dünyaya taşınıyor.

 

Yarım saat ayırmanız yeterli olur, sevdiğiniz rahat ettiğiniz bir ortam bulun, çayınızı, kahvenizi alın, isterseniz biraz müzik de açabilirsiniz.

Önce 10 yıl önceki halimi düşündüm bir mektup yazdım. HABERLERCOM’da bi senem olmuştu. Kimi arkadaşlarımla iletişimim devam etmiş, kimisi de hayatımdan çıkmış. Kullandığım teknoloji değişmiş, saçlarda beyazlar çıkmış. Kimi isteklerim olmuş. Pandemi yoktu. Rol modeli aldıgım kişilerin: hayatları ama epey değişmiş… Girişimci ruha sahip olanlar işlerinde zirve yapmış.

10 yıl sonra bugünlerde nasıl bir hayatım olmasını istiyorum, diye daha detaylı bir mektup yazdım. bu kısmı oldukça önemli bence. Bu hayatı biraz gözünüzde canlandırdıktan sonra bugünkü halinize mesajlar içeren, işinizi kolaylaştırabilecek, hayallerime ulaşmanın beni motive edebilecek bir şekilde mektup yazdım. 10 sene sonraki mektubu okuyacağım yer: Londra’da mı, yazlık mı olur kimbilir?  Bu mektupta isteklerimin gerçekleştiği , daha fazla keyif almanın önemli olduğu yer alıyordu. Peki sizin mektupta ne olurdu?

 

Dün People Make the Brand’ın ikinci oturumuna katıldım. Uzun süredir merak ettiğim: ‘Will robot takes your job’ sorusunun cevabı %6 çıkması beni pek bi sevindirdi. Teknolojinin her alanda etkisini gösterdiği bu dönemde teknolojiyi doğru, iyi niyetle ve sosyal etkiyi artırmak için kullanmanın gerekli bir tercih olduğunu ve teknoloji alanında da bir paradigma kaymasına ihtiyacımız olduğunu farkettiğim bu oturumda;

Karl-Johan Hasselström’dan datalar ışığında pandeminin etkilerini,

Axel Liebetrau’dan bazen başarısız olmanın da sadece bir hatayı temsil etmenin ötesinde başarı için atılan ilk adım olabileciğini,

Erhan Erkut’dan 21. yüzyılın yetkinlikleriyle beraber geleceğin tek geçerli akçesinin evrilme yetkinliği olduğu bunu da ancak konfor alanımızdan çıkarak geliştirebileceğimizi,

Işıl İsmet Heves’den eski becerilerden arınıp yeniden beceriler kazanmanın gerekliliğini,

Christopher Kutarna’dan yapay zekanın insan zekası yerine bir ikame olmadığını sadece işlerimizi kolaylaştıracak bir araç olduğunu,

Rishad Tobaccowala’dan ise verilerin yanlılığına dikkat etmenin gerekliliğini ve data çağında insan kalmanın önemini ve daha bir çok şeyi öğrenme fırsatı elde ettim.

Emek yoğun ortamdan bilgi yoğun ortama geçişte teknolojinin yeri oldukça büyük. Hızına yetişilemiyor gibi gözükse de aslında bizimle iç içe bir alan. Hayatımızın her alanında, özellikle iş dünyasında pek çok kolaylığa ve avantaja ulaşmak artısı. Ancak doğru, iyi niyetli ve sosyal etki kullanım kaybedildiğinde eksiye dönüşebilmeye de müsait.

🔹 Verilerin merkeze alındığı bir bakış açısına sahip olmanın önemi
🔹”Hayatımızı kolaylaştıran” yapay zekanın yatay eksende tüm alanları etkileyebileceği
🔹Tüm bu teknolojinin etik değerler temelinde gelişimi gözden kaçırılmamalıdır.