Wyndham Grand İstanbul Kalamış Marina Hotel, bu yıl Ramazan Ayı’nda misafirlerini Akdeniz ve Mezopotamya’nın lezzetleriyle buluşturan “İftar Menüsü”nü mideyi yormayan ve serinletici özellikler taşıyan lezzetlerden ilham almış.

Ramazan ayının coşkusunu sağlıklı ve rahatlatıcı lezzetlerle yaşamak isteyenler için iftar sofralarında, “Beykoz, Beylerbeyi, Kadıköy” adlı 3 farklı menü seçeneği vardı. Ramazan ayı boyunca grup yemeklerinde Wyndham Grand İstanbul Kalamış Marina Hotel’i tercih edenler, marina manzarası eşliğinde ödüllü şef Mehmet Yalçınkaya’nın mutfağından çıkan menü eşliğinde klasik iftariyelerin dışına çıkarak misafirlerini Akdeniz ve Mezopatamya’ya özgü otlar, zeytinyağlılar, soğuk şerbetler ve dondurma sunumlarından oluşan farklı lezzet miraslarını tattırıyor.

Uzun zamandır güzel film yok diyenlerdenseniz, 1 Haziran’da vizyona giren filmi nihayet bu haftasonu izleyenlerdenim.  Doğada hayatta kalma mücadelesi veren film “Sürükleniş”  duygusal bir aşkı da anlatıyor. Denizcilik hayatına meraklı olanları seyircileri bir yandan, kasırgadan sonra kendini teknede tek başına bulan Tami’nin (Shailene Woodley) okyanustaki yaşam savaşına tanık ediyor. Diğer yandan, sık sık geçmişe dönüyor ve Richard (Sam Claflin) ile Tami’nin romantik ilişkilerinin öyküsünü, yolculuk öncesi ve sonrası yaşadıklarını seyrediyoruz. O yüzden film, iki kulvardan akıyor.

HAYATTA KALMAK VE AŞKIN GÜCÜ…

1983 yılının eylül ayında Tahiti’den San Diego’ya giderken denizlerde çok nadir görülen bir kasırgaya yakalanan Tami Oldham ile Richard Sharp’ın gerçek hikâyesinden yola çıkan “Sürükleniş”, “flash-back” ve halüsinasyon sahneleri başta olmak üzere türün bütün klişelerini hayata geçiriyor…

İzlandalı Baltasar Kormakur, “101 Reykjavik” gibi festival filmleriyle başladığı kariyerinde dram, komedi, gerilim ve aksiyonları denemiş bir yönetmen. 2012 tarihli “The Deep”te de denizde geçen bir yaşam mücadelesini anlatan Kormakur, geniş bütçenin ve görüntü yönetmeni Robert Richardson’un katkısıyla başta kasırga sahnesi olmak üzere üstüne düşeni yerine getiriyor.

Dün aksam yine yaşasın tiyatrolar diyerek şehir tiyatrolarından “Ay Işığında Şamata” adlı oyunu Harbiye Açık Hava Tiyatrosunda izleyenlerdenim.  Konusunu hiç okumadan bilmeden gittiğim oyunda tam arada yağmura denk gelmek büyük şansızlıktı. Yağmur çamur demeden  keyifle seyrettiğim oyun 2 perdeden oluşuyor, oyun yazarı ise Haldun Taner, yöneten Naşit Özcan.

İlk perde de anlatıcı bize Çalışkur apartmanının dejenere sakinlerini tanıtıyor. Apartman sahibi Cemil Çalışkur düzenbaz bir müteahhit, karısı sonradan görme Suzan ve şımarık kızları Beyhan. O gün tüm apartman sakinleri Beyhan’ın doğum günü partisi için terasta toplanıyorlar. Kürtajla zengin olan Dr. Ephem, aşırı disiplinli Paşamız, röntgenci yaşlımız Hicabi Bey,Amerika’da 25 yıl geçirip tatil için ülkelerine dönen Amerikanlaşmış Erol ve Aygen,yurt dışından kaçak mal getirip eniştesinin işyerinde satan ve eniştesiyle fingirdeyen Özge vs. tümüyle yozlaşmış karakterlerle örülü yapmacık bir doğum günü partisi izliyoruz.

Parti bittiğinde oyuncular selam veriyor, şaşırıyorsunuz, oyun bu kadar kısa ve tek perdelik miydi? Hem ne oldu şimdi? O sırada aynı hislerle bezeli seyirciler de oyunculara itiraz ediyor. Tabi o itiraz eden seyirciler de oyuncu. Konuşma ve ses tonlamalarından oyuncu olduklarını anlıyorsunuz, ama yine de baya ağır eleştiriyorlar oyuncuları.

Oyunun müziklerinden karakterlerin neden bu kadar dejenere olduklarına kadar, hatta oyunun iyi karakterler örnek olması gerekirken aşırı yozlaşmış karakterlerle kötü örnek olduğuna kadar getiriyorlar işi.

Tabi geriye yapılacak tek şey kalıyor. Seyircinin isteği doğrultusunda oyunu yeniden oynamak. Tüm karakterler bir önceki perdedeki hallerinin tam zıddını oynamaya başlıyorlar. Oyunun güldürü kısmı da iki perde arasındaki bu farktan kaynaklanıyor.