Koronavirüs herkesi olduğu kadar astrologları da yakından ilgilendiriyor. Pandemi sürecini yıldızlara göre yorumlayan Okült Astrolog Nazan Gönültaş, Çin’de ilk vakanın çıktığı tarihte yıldızların bunu insanoğluna söylediğini ancak bu durumun algılanamadığını ifade ettive ekledi: “Mart 2023’e kadar koronavirüsün tam bir bitişinden bahsetmek zor. Virüsün gündemimizden yavaş yavaş kalkmasının ardından ise yepyeni gündemlerimiz olacak.”

Mart 2023’e kadar koronavirüsün tam bir bitişinden bahsetmek zor

Okült Astrolog Nazan Gönültaş sözlerini şöyle tamamladı: “Koronavirüsün bitişine dair net olarak bir şey söylemeyi doğru bulmasam da Satürn’ün Balık burcuna geçmesi gelişmeler adına oldukça önemli. Bu geçiş öncesinde virüsün bitişine (insan vücudunda bir grip gibi kabul görmesine) dair birçok şey duyabiliriz. Özellikle 7 Mart 2023 ve dahi tüm Mart ayı boyunca bu geçiş önemli gelişmelere gebe olacak. Fakat bu geçiş dünya liderlerinin, otoritelerin çok daha baskın, savaşmaya, savaşı büyütmeye yatkın olacağı anlamına da gelir. Yani 2023 Mart’a kadar tam bir bitişten bahsetmek pek de mümkün değil. Virüsün gündemimizden yavaş yavaş kalkmasının sonrasında ise yepyeni gündemlerimiz olacak. Çünkü Satürn’ün bulunduğu burç ve açığa çıkarttığı durumlar Balık burcuyla beraber hiç bilmediğimiz sulara dalabileceğimiz anlamına geliyor. Yani aslında Satürn, Balık geçişinden sonrası da sisli ve belirsiz olabilir.”

Avustralya’daki New South Wales Üniversitesi’nden kimya profesörü Pall Thordarson’ın, pandeminin ilk aylarında ve hala sabunun mikroplara karşı en güçlü silah olduğunu yazdığı makalede açıkladı. 

Dünya genelinde 2 milyondan fazla kişinin hayatına mal olan koronavirüs salgınının önüne geçmenin başında maske, temizlik ve sosyal mesafe geliyor. Kişisel hijyenin sağlanmasındaki en büyük yardımcılarda şüphesi ki sabunlar.El yıkamanın çok önemli olduğu şu günlerde cilde zarar vermeyen ürünleri kullanmak da bir hayli önemli. Pandeminin ilk aylarında Avustralya’daki New South Wales Üniversitesi’nden, kimya profesörü Pall Thordarson’ın sabunun mikropları yok etmekte neden bu kadar etkili olduğuna dair makale yayınlamıştı. The Guardian gazetesinde yayınlanan Thordarson’un, yazısında virüsü bir arada tutan bağın yağlardan oluştuğunu ve sabunun da yağ zarlarını çözerek virüsün iskambil kağıtlarından yapılmış evler gibi dağıldığını anlattı. Tüm dünya sabunlar ile dezenfektanlara yönünü çevirerek sıklıkla kullanmaya başladı. Ayrıca yapılan araştırmalar sonucunda Kuzey Ege’nin zeytinlerinden elde edilen zeytinyağı ile üretilen sabunların Covid-19 virüsüne karşı etkili sonuçlar verdiği ortaya çıktı. Bu dönemde The Soap Factory’nin çörekotu, çay ağacı, bıttım, zeytinyağı sabunları kullanınca vazgeçemeyeceğiniz sabunlar arasında yerini alabilir.

%100 DOĞAL ÜRÜNLER

Üretim aşamasının her bir basamağı, içeriklerdeki doğallığı korumak adına özelleştirilmiş. Doğanın mucizevi iksiri olan doğal gliserinle bütünleştirilir. Hiçbir şekilde kimyasal katkı maddesi ihtiva etmiyor.

BİNLERCE YILIN YEREL DENEYİMLERİ GLOBALE TAŞINIYOR

The Soap Factory’nin çörekotu, çay ağacı, bıttım, zeytinyağı gibi, yöresel bölgelerde etkisi kanıtlanmış etkili bileşenlerle oluşturduğu özel sabunları global dünyaya taşınıyor.

 

Yarım saat ayırmanız yeterli olur, sevdiğiniz rahat ettiğiniz bir ortam bulun, çayınızı, kahvenizi alın, isterseniz biraz müzik de açabilirsiniz.

Önce 10 yıl önceki halimi düşündüm bir mektup yazdım. HABERLERCOM’da bi senem olmuştu. Kimi arkadaşlarımla iletişimim devam etmiş, kimisi de hayatımdan çıkmış. Kullandığım teknoloji değişmiş, saçlarda beyazlar çıkmış. Kimi isteklerim olmuş. Pandemi yoktu. Rol modeli aldıgım kişilerin: hayatları ama epey değişmiş… Girişimci ruha sahip olanlar işlerinde zirve yapmış.

10 yıl sonra bugünlerde nasıl bir hayatım olmasını istiyorum, diye daha detaylı bir mektup yazdım. bu kısmı oldukça önemli bence. Bu hayatı biraz gözünüzde canlandırdıktan sonra bugünkü halinize mesajlar içeren, işinizi kolaylaştırabilecek, hayallerime ulaşmanın beni motive edebilecek bir şekilde mektup yazdım. 10 sene sonraki mektubu okuyacağım yer: Londra’da mı, yazlık mı olur kimbilir?  Bu mektupta isteklerimin gerçekleştiği , daha fazla keyif almanın önemli olduğu yer alıyordu. Peki sizin mektupta ne olurdu?

 

Dün People Make the Brand’ın ikinci oturumuna katıldım. Uzun süredir merak ettiğim: ‘Will robot takes your job’ sorusunun cevabı %6 çıkması beni pek bi sevindirdi. Teknolojinin her alanda etkisini gösterdiği bu dönemde teknolojiyi doğru, iyi niyetle ve sosyal etkiyi artırmak için kullanmanın gerekli bir tercih olduğunu ve teknoloji alanında da bir paradigma kaymasına ihtiyacımız olduğunu farkettiğim bu oturumda;

Karl-Johan Hasselström’dan datalar ışığında pandeminin etkilerini,

Axel Liebetrau’dan bazen başarısız olmanın da sadece bir hatayı temsil etmenin ötesinde başarı için atılan ilk adım olabileciğini,

Erhan Erkut’dan 21. yüzyılın yetkinlikleriyle beraber geleceğin tek geçerli akçesinin evrilme yetkinliği olduğu bunu da ancak konfor alanımızdan çıkarak geliştirebileceğimizi,

Işıl İsmet Heves’den eski becerilerden arınıp yeniden beceriler kazanmanın gerekliliğini,

Christopher Kutarna’dan yapay zekanın insan zekası yerine bir ikame olmadığını sadece işlerimizi kolaylaştıracak bir araç olduğunu,

Rishad Tobaccowala’dan ise verilerin yanlılığına dikkat etmenin gerekliliğini ve data çağında insan kalmanın önemini ve daha bir çok şeyi öğrenme fırsatı elde ettim.

Emek yoğun ortamdan bilgi yoğun ortama geçişte teknolojinin yeri oldukça büyük. Hızına yetişilemiyor gibi gözükse de aslında bizimle iç içe bir alan. Hayatımızın her alanında, özellikle iş dünyasında pek çok kolaylığa ve avantaja ulaşmak artısı. Ancak doğru, iyi niyetli ve sosyal etki kullanım kaybedildiğinde eksiye dönüşebilmeye de müsait.

🔹 Verilerin merkeze alındığı bir bakış açısına sahip olmanın önemi
🔹”Hayatımızı kolaylaştıran” yapay zekanın yatay eksende tüm alanları etkileyebileceği
🔹Tüm bu teknolojinin etik değerler temelinde gelişimi gözden kaçırılmamalıdır.

Covid-19 her şeyi durdurdu, dünyada büyük bir değişim talep ediyor. Pek çok haksızlığın, adaletsizliğin ve yanlışın olduğu ‘normal’ sandığımız o günlere en iyi ihtimalle 2024 sonunda dönmemiz öngörülüyor. Amaç ne olmalı? O günlere dönmek mi, daha insana uygun bir dünya dizayn etmek mi? Daha insancıl bir dünya tasarlama fırsatı acı bir deneyimle de olsa sunuldu.

Şimdi evinde pijamayla dolaşan insanları yeniden fabrikalara, şantiyelere, ofislere götürüp verimli çalışmalarını sağlamak mümkün olacak mı diye dertleneceğimize gerçekten bu kadar uzun çalışma saatleri şart mı diye düşünmeyecek miyiz? Hayatın koşuşturmacasında ev dediğimiz yer hepimizi koruyan bir duvarlar bütünü idi. Buluştuğumuz, temizlendiğimiz, karnımızı doyurduğumuz, dinlendiğimiz. Artık daha fazlası olan ortama daha iyi bir dünya mı tasarlayacağız…

Çocuklar için dünyayı ve yaşamı deneyimledikleri yepyeni eğitim modelleri geliştirmek yerine onca yıl o kadar uzun saatler boyu nefessiz sınıflarda tutacağız,  yoksa önlerine farklı seçenekler mi sunacağız.

Binlerce yıldır yerleşik hayatta olan insan, neden hâlâ insana uygun evler, ofisler tasarlayamamakta; güneşi doğurduğu ve batırdığı, gölgeleri takip edebildiği şehirler inşa edememekte, ihtiyacı kadar üretim yapıp adil paylaşamamakta?

Ergonomik tezgahlardan , deneme kabinleri olmadan mağazalarda alışveriş yapmanın keyfini, bahçe hissi veren balkonlardan, arka fonda ne kadar kitap okuduğumuza dair kitaplık yerine farklı tasarımlardan bizi alıkoyan nedir?

Color of The Year (Yılın Rengi) 2021 açıklanmış:

Kovid başlamadan 15 gün önce, bu favori rengin cazibesine kapılıp, bu sene evimizi açık gri boyattık ama daha koyusunu düşünenler olursa şimdiden demek isterim duvarda sıva etkisi yaratıyor. Favori renklerim arasında tabiki Londra kırmızısı, pandemiden bu yana yeni normalimin rengi ‘yeşil’ olduğunu herkes bilir.

Her sene bir renk seçiliyordu, bu sene ise 2 renk seçildi.

✔️ Ultimate Gray
✔️ Illuminating : Illuminating’i aydınlatıcı sarı ya da parlak sarı olarak çevirmek mümkün.

Ultimate Gray, Illuminating anlamına baktığımda,

karamsarlığı / iyimserliği,
dinginliği / dinamizmi,
hızı / kontrolü
harcamayı / tutumluluğu
bir arada temsil ediyorsa “Biraz manik depresif bir sene olacak” mesajını mı barındırıyor kimbilir?

İlkbahar aylarında coşkunluk yaratan, sonbahar aylarında çökkünlük oluşan manik depresyonsa, psikoterapinin ilgi alanında yer alıyor. Psikoterapi uzmanlarının manik depresyon hastalarına tedavilerinin yanı sıra alkol ve madde kullanımının olmamasını, düzenli beslenmelerinin gerektiğini günlük hayatlarında ise bu 3 öneriyi atlamamalarını tavsiye ediyor:

35 – 50 dk açık hava yürüyüş
6-8 saat uyku
ve Nefes egzersizleri

 

 

 

 

80’lerde “sosyete”yi çağrıştıran bir lükstü, 90’larda “orta sınıf”ın da ulaşabildiği bir hayal haline geldi. 2000’lerde internet çağıyla birlikte yazlıklar, şimdi pandemi şartlarında yeniden pek revaçtalar. Toplumun şanslı bir kesimine “konforlu izolasyon” imkânı sağlayan yazlıklar, aynı zamanda vahşi kentleşme ve kontrolsüz nüfus artışının sağlığımızla doğrudan ilgisi olduğunu da kanıtlıyorlar.

Toplumumuzun değerler hiyerarşisinde ev ve otomobilden hemen sonra “yazlık” gelir. Öyle ya; denize yakın, bahçeli bir yuvaya sahip olmak, her yaz bedava tatil demekti. Pandemi süresince site içinde yeğenlerim 7 ay boyunca güvenle bisiklete binerlerken, top oynayabilir, özgürce sosyalleşebiliyorlardı. Akşamları da ailece mangalı da yaktık mı değmeyin keyfimize! Mutluluk ve huzur sonsuza dek bizimleydi!

Pandemi süresince hiç durmadan çalışan çamaşır ve bulaşık makinesi gibi yer olsada babama göre ise patlayan su borusu, akan dam ve paslanan balkon demirleri için “Az sonra gelir bakarım” demekti. Ofis işlerini online şekilde devam ettirip mesai bitiminden sonra 1 saat spor yapıp da sonrada denize girmek , trafik sorunu yaşamadığımız yeni halimiz “Koronavirüs yoğunluk haritası” da bu büyük dengesizliği gözler önüne serdi.

Her şeye rağmen yazlık; seyyar mısırcısı, zerzevatçısı ve eksik olmadığı bakkal dükkânıyla kültürümüzün vazgeçilmezleri arasında yerimizi aldı.

Yaşam koçu MERT ÇUHADAROĞLU yazısından yola çıkarak, 2025 yılında açılacak mutluluk kumbarası!

İnsanın değişik bir yapısı var, bizi üzen, mutsuz eden en küçük olayı bile üzerinden uzun zaman geçse bile hatırlıyoruz maalesef. Diğer yandan bizi mutlu eden şeyleri kısa süre içinde unutabiliyoruz.

Pandemi sürecinden bu yana ailemle ve yegenlerimle her hafta bizi mutlu eden küçük şeyleri tarihiyle birlikte küçük bir kağıda not alıp katlayıp kumbaranın içine atıyoruz. Kimsenin ne yazdığını bilmediği mutluluk notlarının biriktiği kumbarayı 2025 yılında açmayı planlıyoruz. Mutlu olduğumuz küçük anları hatırlamak genellikle bugünkü mutluluğumuza da olumlu katkı yapıyormuş. Bu egzersizle bu konuda daha dengeli bir yaklaşım sergilememizi sağlıyor.

Mutluluk kumbarası uygulamasını ailecek de uygulayabilirsiniz, aile olarak hepinizi aynı anda mutlu eden olayları yazıp içine atacağınız ve bir süre saklayacağınız bir kutunuz olabilir.

Mutluluk bu şekilde biriktirilebilir mi bilmiyorum ama bence denemeye değer.

                     

Yakın arkadaşlarımdan birisi ile konuşuyorduk geçenlerde. Birbirimizi ne kadar özlemişiz, anlatamam.

Arkadaşım, annesi babası vefat ettikten sonra ailecek ona çok destek olduğumuzu hatırlattı. Kendi söylemine göre : İnsan hani köksüz kaldığını hissedermiş ya anne babasının vefatından sonra, o bize – biz ona “biz buradayız” dediğimiz ve bunu söylemekle kalmayıp hissettiğimiz için, kan değil can bağı var aramızda.

Sohbet sırasında laf lafı açtı. Yedi yaşındaki yeğenimin doğum gününde dikiş makinesi istediğini söyledim.

“Ay” demiş içinden, “nihayet çıktı talibi!”. Annesinin makinesinden bahsetti. Çok memnun olarak kullanacağımızı söyledim.

Arkadasımın annesinin dikiş makinesi yola koyuldu, Silivri’de aldı soluğu.

Şimdi bizde. Torun, anne, teyze, anne anne, dört kişi, üç nesil yanında keyifle, tıkır tıkır çalışıyor. Mutluyuz. Ona da anlattık neler yapacağımızı. Hatta karadan öte artık tekne ile denize açılacağımızı söyledik. İnsan dünyaya yapmak için geldiği işi yapmalı, severek yapmalı. Makine de onu yapıyor şu an bizlerle.

Velhasıl kelam; annesinin dikiş makinası aynen annesi gibiymiş. Makine arkadaşımın annesi gibi gezmeyi ve insanları mutlu etmeyi çok seviyormuş. Sanırım insanlar bir şekilde yaptıkları ile yaşamaya devam ediyor. Ne mutlu bize.

Hatırlarsanız, 1990 yılında Manchester’ten Londra’ya giden bir trenin rötar yapmasıyla Harry Potter serisini kaleme alan İngiliz yazar J.K. Rowling,  bu eserlerini dünya klasikleri arasına eklemeyi başarmış, 2001 yılında gelen Warner Bros yapımı Harry Potter ve Felsefe Taşı filmi ise olayı bambaşka bir boyuta taşımıştı. Filmin hayali kısmını oluşturan bölümler Londra’nın kuzeybatısındaki Warner Bros stüdyolarında çekilmiş olsa da, Oxford ve İskoçya gibi Birleşik Krallık’ın birçok bölgesinden de gerçek mekanlar kullanılmış. Bunların içinde en büyük payı Londra’nın şehir merkezi alıyor olmasını fırsat bilerek, bu tatilde tüm mesele Muggle olmak ya da olmamak dercesine Harry Potter’ın bu macerasının peşinden gittim.

Filmde Muggle World olarak betimlenen Londra’daki mekanları tek tek inceleme fırsatı yakalarken, Movie Concert serisini de Zorlu PSM’de izleyen biri olarak Harry Potter Cursed Child seyretmeyi ihmal etmeyenlerdenim.

LONDRA’DA HARRY POTTER’IN ÇEKİLDİĞİ ÖNEMLİ MEKANLAR!

King’s Cross Station

Harry Potter hikayesinin temelini oluşturan King’s Cross istasyonu, Harry Potter hayranlarının bir numaralı uğrak noktası. Çünkü, Hogwarts Büyücülük Okulu’na giden trenler bu istasyondaki dokuz üç çeyrek peronundan kalkıyor.

Ama unutmayın ki filmde birden fazla gerçek mekanın birleşiminden oluşan hayali bir dünya görüyoruz. Bunun bir örneğini bu istasyonda görebilirsiniz. Çünkü filmde gördüğümüz o trenler Londra’dan oldukça uzak olan York tren istasyonunda çekilmiş.

Filmin en heyecan verici sahnelerine tanıklık eden ve günümüzde de oldukça işlek olan King’s Cross istasyonu, içerisinde barındırdığı Harry Potter mağazasıyla, hayranlara adeta unutulmaz bir dünya sunuyor. Burada asalardan, peluş oyuncaklara kadar bu özel dünyaya ait her şeyi bulabilmeniz mümkün.

Mağazanın dış duvarında ise sizi bambaşka bir sürpriz daha bekliyor. Buradaki hatıra fotoğrafı alanında tıpkı dokuz üç çeyrek peronuna geçiş yapıyormuşçasına bir poz vererek, bu özel anınızı ölümsüzleştirebilirsiniz.

St Pancras International

King’s Cross istasyonundan çıktığınızda görebileceğiniz bir diğer muhteşem yapı ise St Pancras istasyonu. Burası Weasley’in büyülü arabası Ford Anglia ile Sırlar Odası filminde uçmak için kalkış yaptığı nokta olarak biliniyor. Ayrıca bazı sahneler bu istasyonun içinde de çekilmiş. Mimarisiyle de göz dolduran bu yer, Londra’daki en görkemli binalardan bir tanesi.

Claremont Square’de bulunan bu yer ilk kez Zümrüdü Anka Yoldaşlığı filminde karşımızda çıkıyor. Bu binanın karşısında bulunan alanın kapısı ise kilitlenmiş durumda. Yani bu bölgede Harry Potter hayranlarına özel olarak bırakılan herhangi bir işaret ne yazık ki bulunmuyor.

Diagon Alley ve The Leaky Cauldron Dünyası

Harry Potter’ın büyücülük okuluna hazırlık için alışverişe çıktığı ve ilk asasını aldığı hayali dünya Diagon Alley, ve buraya geçiş için kullanılan The Leaky Cauldron, Londra’daki birçok mekandan esinlenlerek yaratılan hayali bir yer.

Londra’nın ünlü meydanlarından Leicester Square’in yakınında yer alan Cecil Court ve Goodwin’s Court’un atmosferi, Diagon Alley sahnelerinin üretilmesinde önemli bir etken olmuş. Özellikle çok dar bir aralıkta bulunan Goodwin’s Court, beni en çok etkileyen yerlerden biri oldu.

The Leaky Cauldron çekimleri içinse iki ayrı filimde iki farklı mekan kullanılmış. Bunlardan ilki Felsefe Taşı filminde karşımıza çıkan Leadenhall Market’teki Bull’s Head Pasajı. Mimarisiyle oldukça etkileyici görünen Leadenhall, filmde birçok sahnede yer alıyor. Bundan dolayı burada mutlaka bir Harry Potter hayranı ile karşılaşmanız mümkün.

Bir diğer giriş ise Azkaban Tutsağı filminde karşımıza çıkan, Borough Market’in içindeki bu yer. Buranın hemen yanında ise The Market Porter adında bir bar yer alıyor. Bu bar filmde üçüncü el kitap satış yerine dönüştürülmüş

Thames nehri ve Tower Bridge ve London City Hall

Zümrüdü Anka Yoldaşlığı’nda Harry Potter’ın süpürgesiyle uçtuğu sahnede Londra’nın simgesel köprüsü Tower Bridge’i görüyoruz. Köprünün diğer yakasındaki Londra Belediye Binası ise Melez Prens filminde kullanılmış. Bu bölge sadece hayranların değil, Londra’yı ziyaret eden tüm turistlerin de mutlak uğrak noktalarından biri.

Millennium Bridge – St Paul Katedrali

Çoğu filmde karşımıza de çıkan Millennium Köprüsü ve St Paul Katedrali, Londra’nın en ünlü simgelerinden birisi. İlk olarak Azkaban Tutsağı filminde geometrik merdivenleriyle karşımıza çıkan bu katedral, daha sonra Melez Prens filminde Millennium Köprüsü’yle birlikte tekrar karşımıza çıkıyor.

Gringotts Wizarding Bank – Australia House

Büyücülerin bankası Gringotts ise filmde atmosferiyle bizleri büyüleyen diğer yerlerden bir tanesi. Bu bölümde bankanın dışarısından çekilen görüntüleri gerçek bir mekan olmasa da, bankanın iç çekimleri Avustralya Evi olarak bilinen bu binada geçiyor. Günümüzde binaya giriş sadece konsolosluk ve diğer resmi işlemler için yapılabildiğinden, ne yazık ki içerideki atmosferi tadamıyorsunuz. Zaten girmeyi başarsanız dahi fotoğraf çekimine de izin verilmiyor.

Piccadilly Circus

Bulundurduğu dev reklam panolarından dolayı Londra şehir merkezinin en gösterişli meydanlarından biri olan Piccadilly Circus da Ölüm Yadigarları filminde görülüyor.

Harry, Hermione ve Ron filmdeki sahnede tam burada Londra’nın meşhur çift katlı otobüslerinde ezilme tehlikesi yaşıyor. Filmdeki sahneler ile gerçek bölgenin arasındaki farklılık, sizi biraz şaşırtabilir.

Great Scotland Yard

Melez Prens filminde Sihir Bakanlığı’na Londra’nın meşhur kırmızı telefon kulübelerinin birinin içerisinden giriş yapan Harry, bu işlemi Great Scotland Yard’da gerçekleştiriyor. Tam burada filmde ikinci bir köprü yer alıyor olsa da gerçekte orada öyle bir köprü bulunmuyor.

Hayranları üzecek bir diğer durum ise buradaki telefon kulübesinin film çekimleri için geçici olarak getirilmiş olması. Yani günümüzde burada hatıra fotoğrafı çektirebileceğiniz bir kulübe, ne yazık ki yok.

Ama dilerseniz bir Ron pozu verebilirsiniz 🙂

Westminster Tube station

Zümrüdü Anka Yoldaşlığı filminde Harry Potter’ın metro turnikelerinden geçtiği sırada durakladığı o sahneyi hatırlıyor olmalısınız. Harry’nin bu macerası, günümüzde oldukça yoğun olarak kullanılan Westminster metro istasyonunda çekilmiş.

Lambeth Bridge

Westminster’a yakın bir mesafede bulunan Lambeth Köprüsü ise filmde biraz aksiyonla birlikte karşımıza çıkıyor. The Knight Bus tam burada iki adet çift katlı klasik Londra belediye otobüsünün arasından sıyrılıyor.

Bu köprü sadece Harry Potter filmlerinde değil, dünyaca ünlü diğer filmlerde de sıkça kullanılmış. Pembe renk tonlarının arasında Londra’nın en ünlü simgelerinden Westminster Sarayı ve London Eye’a karşı bir yürüyüş gerçekleştirebilirsiniz.

İşte Harry Potter’in Londra macerası… Olası bir ziyaretinizde bu rotayı kullanarak Harry Potter’ın Muggle World macerasına çok yakından tanıklık edebilirsiniz.