
Martin McDonagh, enstruman olarak sinemayı kullanan harika bir düşünür. Anlattığı, kurcaladığı meseleyle insanlık tarihinin en büyük başyapıtlarından biri desem!
1923’de geçen hikayeyi izledikten sonra, zihninizde tekrar oynatın ve bu kez hikayeye internet, cep telefonu, televizyon ekleyin, sonra içine biraz yakın çevrenizdeki insanları serpiştirin, anlatıda bir şey değişmediğini göreceksiniz.
“Boşçuluk ya da pastoral insan” ile “çemberini ilkel insandan farklı bir biçimde eser bırakarak tamamlama bilincine erişmiş az sayıda “öteki” üzerine kurduğu #TheBansheesOfInisherin de sinemacılık hünerleri hayli zayıf yazdığı metnin değeri yüksek, hem de çok yüksek. Kitabı olsa okumak isterdim deseniz de!Filmde Sioban’ın kız kardeşi gibi çok okursanız evde kalabilirsiniz 🤣
Pastoral insanın aydın karşısındaki kompleksinin oluşumunu, toplumun sanatçıda yetenekten çok önce neden mütevazılık baskısı kurduğunu, neden sanatçıların bir sürü vasfından söz etmek dururken “çok mütevazı” dendiğini, farkındalığı oluşan insanın kibirli/diğerinin boşçulukla damgalanması açmazının hangi şartlarda yeşerdiğini, düşünen ve üreten insanın yalnızlık gereksinimini anlayacaksınız. Belki bunca yaygın bir söylem haline gelen “felsefe yapma, edebiyat yapma” sözlerinin de niye bu kadar yaygın kullanıldığını anlarsınız.
Colin Farrell Mel Gibson’ın 40’lı yaşlarına benzemiş.
Sinemacının her filminde müzikleri #CarterBurwell’e emanet etmiş. Bestelerinde çoğunlukla coğrafyamızda çok tanıdık yarım sesler seçiyor. Böylece müziğini dikkatli dinlediğinizde bazen “Kızımız Olacaktı” (The Deer adlı teması mesela ) bazen de bu filmde olduğu gibi “Arapsaçı” (Walking Home Alone teması örneğin) ile benzer yerlerde gezinen dizilimler işitip gülümseyebilirsiniz.
Disneychannelturkiye’de izleyebilirsiniz.
