*** İngiltere Kraliyet Operası ve Balesi, 2026’da Tel Aviv’de sahnelenecek olan Puccini’nin Tosca operasını iptal etti. Bu karar 182 çalışanın imzaladığı açık mektup sonrasında alındı. Yazılan mektupta, İsrail’in Gazze’ye yönelik eylemleri ‘soykırım’ olarak nitelendirilirken, kurumun bu konuda sessiz kalması eleştirildi.
Geçtiğimiz günlerde bir sanatçının Filistin bayrağı açmasının ardından başlayan tartışmaların ardından Turnenin iptal kararını getirdi. Yönetimin ise, politikanın sahne gösterilerine alet edilmemesi gerektiğini belirtmişti. 182 çalışanın, Gazze’deki durumla ilgili kaygılarının dikkate alındığı ve Tosca prodüksiyonunun İsrail’e gitmeyeceğini duyurdu.
182 çalışanın, politik duyarlılıkla bir araya gelmesi, İngiltere ve uluslararası sanat camiasında geniş bir tartışma başlattı.
Dünyaca ünlü sanatçı Peter Kennard’ın, Edinburgh’da 31 Ağustos’a kadar ücretsiz olarak gezilebilecek “Gaza” temalı bu sergi, yalnızca savaşın fiziksel yıkımını değil, aynı zamanda politik ve ekonomik güçlerin, kadınlar ve çocuklar üzerindeki yıkıcı etkilerini de gözler önüne seriyor.
Savaşın en savunmasız kurbanları bu sergide!
Peter Kennard uzun yıllardır politik sanatın en güçlü isimlerinden biri. Eserlerinde, gazetelerden kesilmiş fotoğrafları, güçlü tipografiyi ve çarpıcı görsel metaforları kullanarak adaletsizlikleri ifşa etti. “Gaza” serisi ise, Gazze’deki içler acısı zulmü izleyicinin kalbinin en derinliklerine yansıtıyor.
‘Kadınlar ve çocuklar’ serginin en çarpıcı yönü olurken, soğuk odalarda politik kararlarla çizilen sınırlar, sokaklarda parçalanan hayatlara dönüştüğünü gözler önüne bir kez daha seriyor ve izleyiciyi her eserle birlikte bu hikâyenin içine çekmeyi başarıyor.
Kennard, savaşın sadece askerî bir mesele olmadığını, aynı zamanda devasa bir ekonomik sistemin parçası olduğunu da silah endüstrisinden uluslararası ticaret ilişkilerine kadar, küresel çıkarların savaş bölgelerinde nasıl “sessiz ama ölümcül” bir rol oynadığını vurguluyor.
Estetik bir deneyimden çok daha fazlası
İzleyicinin vicdanına dokunan Kennard’ın eserleri, yalnızca politik bir mesaj taşımıyor; aynı zamanda insanlık adına bir çağrı.
Bundan yaklaşık 2 ay önce, Anya ‘Konya’ya bağlanır mı? Kaç saatle bağlanır, Senin olanın sana gelir mi dercesine bir tatilden kalan… LÜBYANA’dan SALZBURG’a tren seferimde gecikme yaşamış, bu gecikmeden dolayı defalarca mail atmıştım… ödeme yapacaktınız ama yapmadınız diyerek ve sonunda para iadesi cevabı maili geldi! 1 ay sonra.. dün itibariyle banka hesabıma 67 euro para geçtiğini görür görmez, 12 Haziran günü Lyon’dan başlayan 15 gün süreyle Viyana’da biten tatil de merak edilen bu rotayı 15 farklı alternatif çalışarak buldum.
Anya’dan Konya’ya Bağlanılır mı? Kaç Saatle Bağlanır?
Peki, kaç saat sürer derseniz? Bu tamamen seçtiğiniz güzergaha bağlı ama genel olarak 12-20 saat arasında değişiyor. Çeşitli alternatifler bularak bunu yapmak elbette Avrupa’da mümkün.
Lyon → Annecy → Milan → Trieste → Ljubljana → Bled → Salzburg →Hallstatt →Viyana Rotası
Bu rota benim Avrupa seyahatim boyunca bazı şehirlere, ‘yeni gitmeyip geri gelerek’ çok keyif aldığım bir güzergah oldu. Lyon’dan başlayıp 15 gün boyunca bu güzergahı Viyana Fatih’i olarak bir tatil tamamladım. Rotayı seçerken hem doğal güzellikleri görmek, hem de farklı kültürleri deneyimlemek istedim. İşte güzergahtan kısa kısa kalanlar..
** Lyon: Fransa’nın güzel şehirlerinden, gastronomisi ve tarihi ile ünlü.
Annecy: Burası masalsı gölü ve Alp dağları manzarasıyla adeta bir kartpostal. Göle girmeden dönmeyiniz.
Milan: İtalya’nın moda ve tasarım başkenti, tarihi zenginliklerle dolu ve gastronomisiyle defalarca gitseniz sıkılmayacağınız yer…
Trieste: Adriyatik Denizi’nin masmavi sularıyla iç içe geçmiş tarihi mimarinin, farklı etkilerin ve dinamik bir şehir yaşamının bir karışımını sunuyor. Bora ve nero şehri İtalya’nın aynı zamanda farklı kültürlerin kesişim noktası. Bora, Trieste’de yılın yarısından fazla hüküm süren rüzgar çeşidi. TDK’ya göre “Genellikle arkasından yağmur getiren sert rüzgar” iken Espresso, İtalyanca’da “caffè” iken, Trieste’de “nero”. Aynı zamanda Trieste’de hava atmalık sergiler dahi mevcut…
** Ljubljana: Slovenya’nın başkenti, küçük gelişmemiş bir şehir ama tatlı kafeleri, güzel barları, çok güzel parkları ve bir de şehir pazarı var. Sadece 1 gün ayırabiliyorsanız da doğru bir planlamayla şehrin belli başlı yerlerini gezmek mümkün!
Bled: 3-4 saatliğine uğradığım bu gölün maviliği ve kenarlarındaki yeşillik insanı büyülüyor. Etrafında az sayıda yapı gölün doğallığını bozmamış. Kremalı Bled Keki O manzaraya karşı harika bir tat bırakıyor.
** Salzburg: Mozart’ın memleketi, barok mimarisi ve güzel doğasıyla büyülüyor.
Hallstatt: şehir hayatının monotonluğundan bıkanlardansanız burası tam da ihtiyacınız olan yer. Çünkü buranın mottosu; zaman yavaş aksın ve ‘an’ı dolu dolu yaşayacağınız yer…
** Viyana: Son durağım, kültür, sanat ve tarih dolu bir şehirle Viyana Fatih’i olarak tamamladım. Viyana’ya, ne zaman gitmeyelim? derseniz haftasonu saat 17:00 ve pazar günü her yer kapalı olduğu için haftasonu gitmeyi tercih etmeyiniz.
Lyon’dan Viyana’ya giderken 15 farklı alternatif rota oluşturdum. Rotamda genellikle tren kullandım. Rotayı belirlerken, güzellikleri görebileceğim, keyifli şehirlerde mola verebileceğim ve uzun seyahatleri mümkün olduğunca bölerek rahat hareket edebileceğim şekilde planlamıştım.
12 Haziran’dan başlayan tatil vesilesiyle Avrupa’nın kalbi Fransa’da universite eğitiminde 2 şehir!!! Lyon mu, Strasbourg mu? Fransa, Avrupa’nın en köklü üniversitelerine ve zengin kültürel mirasına sahip ülkelerinden biri. Eğitim kalitesiyle öne çıkan birçok şehirde üniversite hayatı oldukça canlı. Fransa’da okumayı düşünenler için iki önemli şehir olan Lyon ve Strasbourg arasında kararsızlık yaşayan öğrenciler için…
Canlı öğrenci hayatı ve Lyon
Lyon, Fransa’nın en büyük ve önemli şehirlerinden biri. Tarihi dokusu, mutfak kültürü ve canlı öğrenci hayatıyla tanınıyor. Şehirde çok sayıda üniversite ve araştırma kurumu bulunuyor. Özellikle Université Claude Bernard Lyon 1, mühendislik ve fen bilimleri alanında oldukça güçlü. Ayrıca kültürel etkinlikler, ulaşım kolaylığı ve yaşam kalitesi açısından da Lyon’da öğrenci olmak birçok avantaj sağlıyor.
Ancak Lyon’un coğrafi konumu, Avrupa’nın diğer bölgeleriyle kıyaslandığında biraz “merkezde” kalıyor. İsviçre, Almanya veya Belçika gibi ülkelere kolayca geçiş yapmak isteyen öğrenciler için Lyon, stratejik açıdan çok da avantajlı olmayabilir.
Strasbourg: Avrupa’nın Kalbinde
Benim kişisel tercihim ise Strasbourg olurdu. Bunun birkaç sebebi var. Öncelikle Strasbourg, Avrupa Parlamentosu’na ev sahipliği yapmasıyla zaten Avrupa’nın siyasi kalbinde yer alıyor. Aynı zamanda Almanya sınırına sadece birkaç dakika uzaklıkta. Hatta Basel gibi önemli bir İsviçre şehrine ulaşmak da oldukça kolay. Bu durum, sadece seyahat açısından değil, aynı zamanda kültürel çeşitlilik ve staj/iş fırsatları açısından da büyük bir avantaj sağlıyor.
Université de Strasbourg ise Fransa’nın en eski ve prestijli üniversitelerinden biri. Bilim, hukuk, siyaset bilimi ve dil alanlarında oldukça başarılı. Çok dilli ortamı sayesinde hem Fransızca hem Almanca bilen bir çevrede bulunmak, öğrencilere ekstra beceriler kazandırabiliyor.
Lyon, büyük bir şehirde yaşamak isteyen, Fransa’nın iç dinamiklerini tanımak isteyen öğrenciler için ideal. Fakat uluslararası bağlantılar ve Avrupa içi mobilite senin için önemliyse, Strasbourg çok daha stratejik bir tercih olabilir.
Kısacası,her iki şehir de Fransa’da unutulmaz bir üniversite deneyimi sunacağına eminim!
Ülkenin bu zor gündeminde ihtiyacımız olan tek şey ‘sanat!’ Sahi söylüyorum, hepimizin ruhuna -her daim- ennnn iyi gelecek şey sahiden sanat!!!
Valla da billa da öyle. Bir kere daha ikna oldum. Bu ülkede, bizden bağımsız yaşanan bi sürü abukluk yüzünden depresyona giriyorum sahi diyorum. Susam gönül razı değil yazsam SİLİVRİ beni bekler… diye daha önce de yazmıştım… Mayıs ayına uzun süredir gitmek istediğim 2 oyunu sonunda izlemeyi başardım… Fabrika ayarlarıma adeta geri döndüm…
Dil mi güzel Dilber mi? diye merak edenler mutlaka ‘Kaynat Bakalım’ desin!
Sahne, tiyatro ve ekranın üç ünlü ismi Nükhet Duru, Nilgün Belgün ve Saba Tümer ‘Kaynat Bakalım’ adlı şovda bir araya geldi. Üçlü, BKM’nin yapımcılığını üstlendiği şovda hem anılarını anlatacak hem de günümüz ilişkilerini mizahi bir bakış açısıyla ele alıyor.
Saba Tümer’in Sahnede ilk kez şarkı söylediği anlarına dahi şahit olduğumuz şov hayata, aşka, mutluluğa, kadın-erkek ilişkilerine dahil olanları mizah yoluyla anlatılan şarkıların söylenmesi ihmal edilmemiş. Eski aşklarla şimdiki aşklara gönderme yapan, Nükhet Duru ve Nilgün Belgün evlilik konusunda fikirlerini Saba Tümer’e anlatmaya bu şovla devam ediyor.
***
Armağan Çağlayan ile Seyfi Dursunoğlu’nu siz hala tanımadınız mı?
“ben hiç risk almıyor muyum?! tam 35 yıldır bu ülkede kadın kılığında sahneye çıkıyorum! allah aşkına çocuklar; ben hiç risk almıyor muyum?”
2007 yılında bir kış gecesi, Günay Restoran’da Seyfi Dursunoğlu’nun kulisi…
Seyfi bey birazdan sahne almak için, hayatının yarısı boyunca hemen her gece yaptığı gibi huysuz virjin’e dönüşmekte. ne var ki, gelen bir telefon haberi sadece o gecenin değil; zamanın seyrini değiştirir.
Seyfi bey, yarattığı huysuz virjin karakteriyle Türkiye eğlence dünyasında devrim yaratan bir ikonun incelikli portresini tespit etmeye çalışırken, izleyiciyi ortak bir geçmişin hatıralarına ve geleceğin hayallerine davet ediyor.
30 yıl önce huysuz virjin’in metin yazarı olarak kariyerine başlayan armağan çağlayan’ın ustasına hayat verdiği oyun, Celal Kadri Kınoğlu’nun rejisiyle kapalı gişe olarak sahnelenmeye devam ediyor…
Digital platfromda popüler dizi, 40.7 milyon kez izlenerek kendi alanında bir rekora imza atan Stranger Things’in tüm bölümleri yayınlandığı gün yaklaşık ‘850 bin kişi’ tarafından izlenmişti. 4 günün toplamında 18.2 milyon kişi bu görevi zamanında tamamlamıştı!
Hemen belirtelim: Dizinin hayranları en çok üçüncü sezonu beğenmiş!!!
Duffer Biraderler’in, yani Matt ve Ross Duffer’ın 1980’li yıllara saygı duruşu şeklinde gelişen sürükleyici fikri, hem kazanan hem de kazandıran dev bir makineye dönüşürken haliyle bazı başka tartışmaları da gündeme popüler olduğu dönemde gündeme taşımıştı. İlk sezonda bölüm başına 20 bin dolar kazanan çocuk oyuncuların kazançları üçüncü sezonda bölüm başına 250 bin dolardan başlayıp, Eleven rolündeki Millie Bobby Brown örneğinde olduğu gibi, 300-350 bin dolara kadar yükseldi!!
Çoğu potansiyel gişe canavarı olacak prodüksiyonlarda oynamayı garantilemiş, ünlü markaların reklam yüzü dahi olmuştu. Stranger Things’e, 100’den fazla ürün ve 45 marka bir şekilde kendisini yerleştirmeyi başarmıştı! Aynı hamle bakalım 5’inci sezonda da gelicek mi?
İlk günlerin rakamları doğrultusunda yapılan hesaplamalar toplam 15 milyon dolarlık reklam süresine denk gelecek şekilde ürün yerleştirmeyi işaret ediyordu. Dünyaca ünlü bir meşrubattan, otomobile, elektronikten, tişörtte ve ayakkabıya aklınıza gelecek hemen her türden ürün dizide beliriyor.
Netflix, bu yerleştirmelerin para karşılığında yapılmadığını, yapımcı Duffer Biraderler’in hikâye anlatım teknikleriyle ilgili olduğunu duyurdu, inanan inandı… 5. sezonun 2025 yılında içerisinde seyircisi ile buluşacağı kesinleşen dizi bakalım aynı ilgiyi görecek mi!!!
Siz hiç ‘Karavanda Tiyatro’ seyrettiniz mi? Şehir Tiyatroları’nda daha önce Sait Faik Abasıyanık’ın öykülerinden yola çıkarak Savaş Dinçel’in yazdığı oyunu bu akşam İstanbul prömiyerinde, Erkan Can yönetmenliğinde, Bilal Çatalçekiç’in performansıyla izledim. İstanbul prömiyerinden önce Karavanda Tiyatro konseptiyle başlayan ‘MERAKLISI İÇİN ÖYLESİNE BİR HİKAYE’ Sait Faik’in hayat hikayesini anlatıyor. Oyunun yönetmeni Erkan Can’ın hedefi ise, karavan konseptine uygun dekorla köy köy gezerek bu oyunu Türkiye genelinde sergilemek. Bir ‘hişt’ sesi duymak için gidin mümkünse, yalnızlığınızı görmek için gidin.
***
Ben Medea Değilim!
Geçtiğimiz günlerde ise Şehir Tiyatroları’nda ise Ben Medea Değilim oyununu izledim… Medea, Yunan Mitolojisi’nde Kirke’nin yeğeni ve güneş tanrısı Helios’un torunu olan Kolhis prensesi. Oyun da bu paralelde yazılmış. Öncelikle değişik bir girişi vardı. Kocası tarafından 2 çocukla aldatılan bunalımlar yaşayan, ‘çocuk sahibi olmanın mı olmamanın mı?’ daha iyi olduğunu vurgulayan ve yakın zamanda katil olarak adlandırılan bir kadının tiyatro izlemeye gelmesiyle başlıyor oyun. Kadın bir anda sahnedekilerle diyalog içinde buluyor kendini ve Medea üzerinden kendi hikayesini anlatıp, suçsuz olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Oyun izleyen herkese adeta ters köşe yaptı.
Tek perde, 90 dakikalık oyundu… Büyük ihtimal de Şirin Asutay’ı ve Berrin Koper’i izlediğiniz için mutlu olursunuz…
Haftasonu ben de Ayın 1’i Kilisesi’ne gittim… Adını duyar duymaz, hemen dilek dilesem olur mu diye düşündüm haliyle… Kiminle konuşsam ‘spesifik dilek’ dileyenlerin çoğu dileği olmuş… Kadınların bitmeyen yaralarına ve bitmez umutlarına çare… Vefa’daki Ayın Biri Kilisesi, Fatih Belediyesi’ne bağlı rum kilisesi…
Önce …’er lira verip dilek sayın kadar anahtar alıyorsun, sonra eğer istersen (sana kalmış) tekrar kuyruğa girip papazdan iyi niyet duası alıyorsun. Dileklerin olunca anahtarını getirip geri veriyorsun… Türkiye mozağini burada gördüm, bitmek bilmeyen umutlar bu çatı altında toplanmış…
Uzun lafın kısası merak edenlere ve gitmek isteyenlere cevaplayalım, Kilise Her Ayın 1’inde 17:00’a ve salı perşembe de 17:00’a açık … Kısa bi not, umut uğruna saatlerce beklenen kuyrukta hoş sohbetlerin olduğu da paha biçilmez duygu.
***
TAM DA HAVA ATMALIK SERGİDEN…
Kişisel çalışmalarında BOB imzasını kullanan usta grafik tasarımcı Uğurcan Ataoğlu’nun çizgilerinden oluşan “İsimsiz/Untitled” sergisi geçen cuma akşamı Tünel’in içinde konumlanan Metrohan’da açıldı!
“İsimsiz/Untitled” sergisi, 30 Mart kadar Metrohan’da ücretsiz olarak ziyaret ediliyor.
**
İYİMSERLİĞİNİZİ KAYBETMEYİN
Yaklaşık 2 hafta önce gerçekleşen Hüseyin Özer’in hayatının konu olduğu belgeseli izledim. Düşünün ki, daha çocuk yaşta başınıza gelenlerden kaynaklı hayat sizi sokaklarda kalmaya, tuvalet köşelerinde yatmaya zorluyor. Abiniz sizi öldürmek için zehirli yemek veriyor. Daha 11 yaşındayken anneniz babanı vurmalısın diyor ve silah parasını kazanmak için bambaşka bir şehre yapayalnız küçücük bir çocuk olan sizi çalışmaya gönderiyor. Okula gitmeniz gereken dönemde gidemiyorsunuz. Hatta bazen ne okulu yiyecek yemek dahi bulamıyorsunuz. Ama pes etmiyor ve çalışıyorsunuz ve günün birinde dünyanın en başarılı ve en zengin insanlarından biri oluyorsunuz. Hem de bu başarı öyle torpille, mirasla şans eseri falan değil. Tamamen çalışarak, çabalayarak, dişinizle tırnağınızla didinerek elde ettiğiniz bir başarı. Bakalım Hüseyin Özer bunu nasıl başarmış? Kötünün içindeki iyiyi görebilmesiyle… Analığı ve üvey abisi miras kalan tarlada hak sahibi olup mirası bölünmesin diye Hüseyin’i zehirlemeye bile kalktılar. Bu inanılmaz hayat hikayesine Hüseyin’i başarıya götüren en önemli özelliklerinden bir tanesi iyimserlik. Yaşadığı tüm zorlu olaylara ve acılara rağmen iyimserliğini kaybetmemiş. 1975 yılında ise Hüseyin 21 yaşındayken İngiltere’ye gidiyor. Orada bir kebapçıda iş buluyor ve çalışmaya başlıyor. Kalacak yeri olmayan Hüseyin kebapçının bodrumunda yatıyor, tuvaletinde yıkanıyordu. İşten sonra kazandığı parayla dil kursuna gidiyordu. Bu şekilde 3-4 yıl çalıştıktan sonra bir arkadaşıyla beraber çalıştıkları lokantayı satın alıyorlar. Ve ardından da o başarı hikayesi geliyor. Hikayenin tamamını izlemek isteyenler mutlaka bu belgesele göz atsın…
Bu cuma vizyona giren film ‘her şeyin başı merkür’, mesleğini başarıyla yerine getirmeye çalışan, çalışkan bir öğrenci olan Elif Akay! Gazeteciliği bitirince ortadoğu savaş muhabiri olmayı beklerken, kendini astroloji bölümünde burç yazarken bulmasını konu eden hikaye. Üstelik yıllarca gazetenin burç sayfasını yere dahi sermiştir. Ne aslanı bilir ne kaplanı.
Zalim yayın yönetmeni, şuursuz beyaz yakalı iş arkadaşları ve yalaka müdürüyse ızdırabına tüy dikmektedir. Asla pes etmeyen, kolları sıvayıp hepsinin hakkından gelmeye ant içer gazeteci Elif, en büyük desteği de iş yerinde tanıştıkları ilk andan beri didiştiği şaşkın, sevimli optik Fırat’tan alır. Elif’in hayat mottosu ise; kimse sanmasın kendini hint kumaşı, bir gün gelir biri vurur makası.
Sinem Kobal, uzun bir aradan sonra beyazperdeye döndü!
Ayşe Balıbey Tanıl’ın kitabından uyarlanan film vesilesiyle uzun bir aradan sonra beyazperdeye dönen Sinem Kobal ve Alp Navruz’u buluşturdu. Projenin oyuncu kadrosunda; Yılmaz Bayraktar, Neslihan Yeldan, Devrim Yakut, Derya Alabora, Tamer Levent, Kayhan Açıkgöz, Buse Kara, Ayşegül Aslan Öcal, Su Şanad, Koray Kadirağa, Cansın Çekili, İsmail Saymaz yer alıyor.
Kimyagerden teknikere Türkiye’nin Kozmetikçileri, stüdyoda TÜRKİYE’nin zengin melodilerini söyledi! Kozmetik ürünlerinin üretim süreçleri, içerik kalitesi ve günümüzün bilinçli tüketim anlayışında büyük önem taşıyan projede bir araya geldi. Bu ihtiyaca cevap vermek amacıyla, Kozmetik Üreticileri ve Araştırmacıları Derneği (KÜAD) tarafından hayata geçirilen “Türkiye Kozmetiğinin Sesi” projesi sektördeki ilk ve tek olarak öne çıktı. Proje, tüketicilere kozmetik ürünlerin üretim aşamalarını tanıtmayı ve bu süreçteki unsurları müzikle birleştirerek zenginleştirdi.
Türkiye Kozmetiğinin Sesi tanıtımı için gerçekleştirilen lansmana KÜAD Başkanı Levent Kahrıman, KÜAD Yönetim Kurulu, KÜAD üyeleri ve çok sayıda basın mensubu katıldı.
“Türkiye Kozmetiğinin Sesi Projesi” kapsamında dikkat çekici bir tanıtım klibi hazırladı. Müzisyen Erdal Güney’in müzikal yönetiminde hazırlanan projede; 20 firmanın katılımı ile Türkiye’nin zengin melodileri, kozmetik sektörü çalışanlarının sesleriyle hayat buldu. Kozmetik Üreticileri ve Araştırmacıları Derneği tarafından hazırlanan “Türkiye Kozmetiğinin Sesi” projesi, Türkiye’nin kozmetik sektöründeki bilimsel ve yenilikçi üretim gücünü müzikal bir çalışmayla izleyiciye sunmayı amaçlıyor.