Geçtiğimiz günlerde Suadiye’de Remzi Kitapevi’nde EMRE KONGAR’ın imza gününe gittim. Pandemi nedeniyle iki yıl ara verdiğim en kalabalık etkinliklerden ilki. Yıllar sonra kendisiyle tanışma fırsatı bulacaktım. 30’uncu baskısından her pazar annemin sesli şekilde bize okudugu ‘Kızlarıma Mektuplar’dan sonra.

Ne zaman tarihi bir kitap okusam sıkılırdım. Bu kitap yargılamadan, olaylara kişileri yönlendirecek yorum yapmıyor, geniş bir açı ile bakılarak hazırlanmış tematik şekilde bir kitap 1919 -1971 tarihini gözler önüne Zülâl Kalkandelen ile sermiş. Sayfa tasarımı dahi kronolojik.

Çoğunlukla kendi ülkemiz olmakla birlikte dünyada meydana gelen önemli olaylara yer veriliyor.

Kısa net yazılmış ve sadece olanlar anlatılmış.

Kitabı okurken Atatürk döneminde ve 1960’lı yıllarda kadına değer verildiğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Toplumda her alanda yer alabildiğini net bir şekilde gördüm.

Ama asıl acı yanı hangi dönem olursa olsun, fikir ve düşünce özgürlüğünün olmaması, gazetecilerin ve sanatçıların tutuklanmaları, gazetelerin ve dergilerin kapatılmaları vs gibi olayların hep yaşanması…

Bu kitabın ardından ikinci kitap hazırlıgına başladıgını sosyal medyada geçtigimiz günlerde duyurdu. Ön yargılarınızı kırın. Geçmişi bilmeyen geleceğini bilemiyor.

Yapı Kredi, Orhan Pamuk’a salgın ve karantina konulu bir kitap yazması için sipariş mi vermiş sorusunu soruyor yazarlar bilemiyorum. Atatürk’le dalga mı geçiyor? tartışmalarına katılmayan Gazete Pencere’nin köşeyazarı Boray ACAR da kitap hakkındaki düşüncelerine  yer vermişti.

OdaTV’de benimde ismini daha önce duymadığım, öykü yazarı olduğunu öğrendiğim Sevda Kaynar, Orhan Pamuk’u son romanı üstünden hedef alan bir yazı yazmış.

Muhtemelen Sevda Kaynar’ın kitabın tamamını okumadığını düşünenler olucaktır çünkü yazısında ‘Roman 345 sayfa. Son sayfayı bitirdiğinizde büyük romanların sonunda beliren saygı, beğeni dorukları hatta tutku belirmiyor asla.” gibi bir cümle kurma gereği duymuş. Atatürk ile dalga geçiliyor diyor. Kitabı okuyanlar ve yayınevi ise böyle bir iddianın asılsız oldugu üzerine açıklama yapmışlardı.

Kitap düzeltmek isterim ki; kitap tam olarak beş yüz otuz yedi sayfa!

Ayrıca Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan, bu kitap hakkında düşüncelerini yazmış ilk önce Orhan Pamuk’un amacı ne olabilir diyerek ATATURK’le dalga geçtiğini düşünerek, neredeyse bir sayfa boyunca hesap sormuş ve hedef göstermişti. Sosyal medyada kitap toplatılsın  diye yayılmaya itirazlar başlayınca da, Orhan Pamuk ve yayınevi açıklama yaparak, bir hanımefendinin kişisel paranoyasının mahsulü olan ve verili koşullarda kitleselleşen iddialarını reddetmek zorunda kalmışlardı.

 

Hatırlarsanız, 1990 yılında Manchester’ten Londra’ya giden bir trenin rötar yapmasıyla Harry Potter serisini kaleme alan İngiliz yazar J.K. Rowling,  bu eserlerini dünya klasikleri arasına eklemeyi başarmış, 2001 yılında gelen Warner Bros yapımı Harry Potter ve Felsefe Taşı filmi ise olayı bambaşka bir boyuta taşımıştı. Filmin hayali kısmını oluşturan bölümler Londra’nın kuzeybatısındaki Warner Bros stüdyolarında çekilmiş olsa da, Oxford ve İskoçya gibi Birleşik Krallık’ın birçok bölgesinden de gerçek mekanlar kullanılmış. Bunların içinde en büyük payı Londra’nın şehir merkezi alıyor olmasını fırsat bilerek, bu tatilde tüm mesele Muggle olmak ya da olmamak dercesine Harry Potter’ın bu macerasının peşinden gittim.

Filmde Muggle World olarak betimlenen Londra’daki mekanları tek tek inceleme fırsatı yakalarken, Movie Concert serisini de Zorlu PSM’de izleyen biri olarak Harry Potter Cursed Child seyretmeyi ihmal etmeyenlerdenim.

LONDRA’DA HARRY POTTER’IN ÇEKİLDİĞİ ÖNEMLİ MEKANLAR!

King’s Cross Station

Harry Potter hikayesinin temelini oluşturan King’s Cross istasyonu, Harry Potter hayranlarının bir numaralı uğrak noktası. Çünkü, Hogwarts Büyücülük Okulu’na giden trenler bu istasyondaki dokuz üç çeyrek peronundan kalkıyor.

Ama unutmayın ki filmde birden fazla gerçek mekanın birleşiminden oluşan hayali bir dünya görüyoruz. Bunun bir örneğini bu istasyonda görebilirsiniz. Çünkü filmde gördüğümüz o trenler Londra’dan oldukça uzak olan York tren istasyonunda çekilmiş.

Filmin en heyecan verici sahnelerine tanıklık eden ve günümüzde de oldukça işlek olan King’s Cross istasyonu, içerisinde barındırdığı Harry Potter mağazasıyla, hayranlara adeta unutulmaz bir dünya sunuyor. Burada asalardan, peluş oyuncaklara kadar bu özel dünyaya ait her şeyi bulabilmeniz mümkün.

Mağazanın dış duvarında ise sizi bambaşka bir sürpriz daha bekliyor. Buradaki hatıra fotoğrafı alanında tıpkı dokuz üç çeyrek peronuna geçiş yapıyormuşçasına bir poz vererek, bu özel anınızı ölümsüzleştirebilirsiniz.

St Pancras International

King’s Cross istasyonundan çıktığınızda görebileceğiniz bir diğer muhteşem yapı ise St Pancras istasyonu. Burası Weasley’in büyülü arabası Ford Anglia ile Sırlar Odası filminde uçmak için kalkış yaptığı nokta olarak biliniyor. Ayrıca bazı sahneler bu istasyonun içinde de çekilmiş. Mimarisiyle de göz dolduran bu yer, Londra’daki en görkemli binalardan bir tanesi.

Claremont Square’de bulunan bu yer ilk kez Zümrüdü Anka Yoldaşlığı filminde karşımızda çıkıyor. Bu binanın karşısında bulunan alanın kapısı ise kilitlenmiş durumda. Yani bu bölgede Harry Potter hayranlarına özel olarak bırakılan herhangi bir işaret ne yazık ki bulunmuyor.

Diagon Alley ve The Leaky Cauldron Dünyası

Harry Potter’ın büyücülük okuluna hazırlık için alışverişe çıktığı ve ilk asasını aldığı hayali dünya Diagon Alley, ve buraya geçiş için kullanılan The Leaky Cauldron, Londra’daki birçok mekandan esinlenlerek yaratılan hayali bir yer.

Londra’nın ünlü meydanlarından Leicester Square’in yakınında yer alan Cecil Court ve Goodwin’s Court’un atmosferi, Diagon Alley sahnelerinin üretilmesinde önemli bir etken olmuş. Özellikle çok dar bir aralıkta bulunan Goodwin’s Court, beni en çok etkileyen yerlerden biri oldu.

The Leaky Cauldron çekimleri içinse iki ayrı filimde iki farklı mekan kullanılmış. Bunlardan ilki Felsefe Taşı filminde karşımıza çıkan Leadenhall Market’teki Bull’s Head Pasajı. Mimarisiyle oldukça etkileyici görünen Leadenhall, filmde birçok sahnede yer alıyor. Bundan dolayı burada mutlaka bir Harry Potter hayranı ile karşılaşmanız mümkün.

Bir diğer giriş ise Azkaban Tutsağı filminde karşımıza çıkan, Borough Market’in içindeki bu yer. Buranın hemen yanında ise The Market Porter adında bir bar yer alıyor. Bu bar filmde üçüncü el kitap satış yerine dönüştürülmüş

Thames nehri ve Tower Bridge ve London City Hall

Zümrüdü Anka Yoldaşlığı’nda Harry Potter’ın süpürgesiyle uçtuğu sahnede Londra’nın simgesel köprüsü Tower Bridge’i görüyoruz. Köprünün diğer yakasındaki Londra Belediye Binası ise Melez Prens filminde kullanılmış. Bu bölge sadece hayranların değil, Londra’yı ziyaret eden tüm turistlerin de mutlak uğrak noktalarından biri.

Millennium Bridge – St Paul Katedrali

Çoğu filmde karşımıza de çıkan Millennium Köprüsü ve St Paul Katedrali, Londra’nın en ünlü simgelerinden birisi. İlk olarak Azkaban Tutsağı filminde geometrik merdivenleriyle karşımıza çıkan bu katedral, daha sonra Melez Prens filminde Millennium Köprüsü’yle birlikte tekrar karşımıza çıkıyor.

Gringotts Wizarding Bank – Australia House

Büyücülerin bankası Gringotts ise filmde atmosferiyle bizleri büyüleyen diğer yerlerden bir tanesi. Bu bölümde bankanın dışarısından çekilen görüntüleri gerçek bir mekan olmasa da, bankanın iç çekimleri Avustralya Evi olarak bilinen bu binada geçiyor. Günümüzde binaya giriş sadece konsolosluk ve diğer resmi işlemler için yapılabildiğinden, ne yazık ki içerideki atmosferi tadamıyorsunuz. Zaten girmeyi başarsanız dahi fotoğraf çekimine de izin verilmiyor.

Piccadilly Circus

Bulundurduğu dev reklam panolarından dolayı Londra şehir merkezinin en gösterişli meydanlarından biri olan Piccadilly Circus da Ölüm Yadigarları filminde görülüyor.

Harry, Hermione ve Ron filmdeki sahnede tam burada Londra’nın meşhur çift katlı otobüslerinde ezilme tehlikesi yaşıyor. Filmdeki sahneler ile gerçek bölgenin arasındaki farklılık, sizi biraz şaşırtabilir.

Great Scotland Yard

Melez Prens filminde Sihir Bakanlığı’na Londra’nın meşhur kırmızı telefon kulübelerinin birinin içerisinden giriş yapan Harry, bu işlemi Great Scotland Yard’da gerçekleştiriyor. Tam burada filmde ikinci bir köprü yer alıyor olsa da gerçekte orada öyle bir köprü bulunmuyor.

Hayranları üzecek bir diğer durum ise buradaki telefon kulübesinin film çekimleri için geçici olarak getirilmiş olması. Yani günümüzde burada hatıra fotoğrafı çektirebileceğiniz bir kulübe, ne yazık ki yok.

Ama dilerseniz bir Ron pozu verebilirsiniz 🙂

Westminster Tube station

Zümrüdü Anka Yoldaşlığı filminde Harry Potter’ın metro turnikelerinden geçtiği sırada durakladığı o sahneyi hatırlıyor olmalısınız. Harry’nin bu macerası, günümüzde oldukça yoğun olarak kullanılan Westminster metro istasyonunda çekilmiş.

Lambeth Bridge

Westminster’a yakın bir mesafede bulunan Lambeth Köprüsü ise filmde biraz aksiyonla birlikte karşımıza çıkıyor. The Knight Bus tam burada iki adet çift katlı klasik Londra belediye otobüsünün arasından sıyrılıyor.

Bu köprü sadece Harry Potter filmlerinde değil, dünyaca ünlü diğer filmlerde de sıkça kullanılmış. Pembe renk tonlarının arasında Londra’nın en ünlü simgelerinden Westminster Sarayı ve London Eye’a karşı bir yürüyüş gerçekleştirebilirsiniz.

İşte Harry Potter’in Londra macerası… Olası bir ziyaretinizde bu rotayı kullanarak Harry Potter’ın Muggle World macerasına çok yakından tanıklık edebilirsiniz.

Hürriyet ve Sözcü’de okurken keyif aldığım “Aşk Seni Bulur” yazarı Demet Cengiz’le geçen davette tanıştım.

Kısa süren sohbette, Londra’da aldığı eğitimden, Londra seyahatlerinden vesaire vesaire konuştuk. Medeni durumunu bilmiyorum ama kitabımı okumadıysan,  “oku” okuyanlar Aşk’ı buluyor dedi. Kitabı yarıladım.

Demet Cengiz, “Bir düşün daha önce kimleri kimleri unuttun. Herkes unutulur, telaşa lüzum yok. Biri için acı çekmek, ondan yana olmak demektir. Kendinden yana ol!” diyor kitapta. Ayrıca toplumun  30’dan sonrasına “medeni durum” konusunda yaptığı baskıları, iyi gitmeyen evliliğini,  iş seyahatlerini,  rastlantıları , bir de iş seyahatinde tanıştığı ona âşık olan ve aşık olduğunu anlamayan “Fransız” adamı, kısaca kendini hayatını tüm samimiyetiyle anlatıyor. Meraklısına, okuyunca aşkı bulacağına inanlara tavsiye ederim…

Yazın başka keyfidir bir solukta okunacak kitaplar. Okuyacak kitap bulamadığınızda ise kitabın da yaşı yoktur, eskilerden de okusam olur diyenlerdenseniz yeni kitapları görünce fikrinizin değiştiğini fark edeceksiniz. Bu yazın en çok okunacağını düşündüğüm kitapları kısaca :

Bazı kitaplar neredeyse kendiliğinden çıkar ortaya; elinizdeki kitap da onlardan biri diyen ‘Murathan Mungan’nın yeni kitabı  “Güne Söylediklerim” için  düz yazılarını bir araya getiren bir solukta okunacak kitaplar arasında ilk sırada yerini alıyor.

Buket Uzuner‘in 2012 yılında yayınladığı “Su” romanında tanıştığımız gazeteci Uyumsuz Defne Kaman’ın maceralarına bir yenisini daha ekledi.  Heyecan ve gerilim dolu kurgusuyla “Toprak”, Buket Uzuner’in diğer romanları gibi pek çok farklı katmandan oluşan felsefi bir özellik taşıyor.

Kitaplarını okurken daha çok sevdigim Zülfü Livaneli’nin yeni kitabı ise “Konstantiniyye Oteli” ile zengin bir insan panoramasıyla İstanbul’un derinliklerine inerken, şehrin büyülü ama bir o kadar da acımasız atmosferiyle bizi buluşturuyor.

İngiliz roman yazarı Helen Fielding’in 30’larında Londra’da yalnız yaşayan, yaşamına değer ve aşk katmak isteyen bir kadın olarak yarattığı Bridget Jones’un, günlük hayatta uğraştığımız basit şeyleri konu alan romanı yazın en çok okunacak kitaplarından olmaya aday .